DÜNYA ŞEKER TÜKETİMİNE DİKKAT HAFTASI

Eskiler şöyle dermiş ‘’ne yersen sen o’sun!’’ Bu cümlede gerçekten haklılık payı var. İnsanoğlunun yemek için ürettiği ürünlerin genetiğini değiştirdiği kadar, yediklerimiz de bizim genetiğimizi, vücudumuzu değiştiriyor. Eskiden daha çok çiğ gıda çiğneyen insanoğlunun çene yapısı ile günümüzdeki aynı değil. Eskiden daha az şeker tüketen insanla şimdiki de aynı değil! Yemek tarihi, sosyoloji, coğrafi keşifler, ekonomi tarihi, siyasi tarihle iç içe gider.

M.Ö. 6 yüzyıla kadar insanların şeker kamışından haber olmadığı, tatlı olarak bal ve pekmez kullanan mutlu bir dünya (!) varmış. Büyük Okyanus’taki Polonezya denen ada öbeğindeki şeker kanmışının fark edilip Yeni Gine, Hindistan ve İran’a, buradan Araplara, İspanya, Girit, Sicilya, Malta ve Haçlı Seferleri ile Avrupa’ya yayılması aslında kapitalizmin tarihçesi ile paralel gider. Amerika kıtasının keşfi ile bu yeni topraklarda yağış ve bol güneşle hızlı büyüyen bu bitki, Avrupa’nın artan talebini karşılamak için belirli düzen ve disiplin isteyen, fabrika işleyişine benzer bir iştir. Afrıka’dan kötü koşullarda taşınarak köleleştirilen insanlar yeni kıtaya getirilir. Böylece sömürgecilik ve kölelik de şekerin tarihine bulaşır. İnsan hakları açısından en kötü dönemlerden biri yaşanır. 1700’lerin ortasında pancarın şeker oranı artırılıp ondan da şeker elde edebilecek şekile getirildiğinde Napolyon’un ithalatı yasaklaması ve pancar üretimini destekleyen uygulamaları ile pancar şeker için ana kaynak oluverir.

Sanayi devrimi ile makinalaşma üretim maliyetlerini düşürüp köleliği ve şeker fiyatlarını azaltınca şeker daha ulaşılır hale gelir. İşte bu dönemle birlikte tüm dünyada porsiyonlar büyür, yemek daha ‘’eğlenceli’’ bir aktiviteye dönüşür, kilo artışları başlar, muhtemelen birçok günümüz hastalığı da o dönemden itibaren artışa geçer. Dünyada yıllık şeker tüketimi grafiklerine bakınca artık 2020’li yıllarda, 1970’lerde tükettiğimiz şekerin 2.5 katını tükettiğimizi görüyoruz. Dünyada yılda kişi başına üretilen şeker 1850’li yıllarda 1 kg civarında iken günümüzde 20-25 kg’a ulaşmış ve ortalama yılda kişi başına 20 kg şeker tüketilir olmuştur. (https://www.czapp.com/archive/february-2023-sugar-market-video/  ). Bunlar çok yüksek rakamlar…

Porsiyonlarımız büyüdü, yiyeceklerimizin şeker içeriği arttı, hareketimiz azaldı ve obezite 2000 yılından itibaren erişkin ve çocuklarda Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafınca uyarı yapılan bir ‘’epidemi’’ halini aldı, o tarihte DSÖ şöyle demiş:  ‘’Yeni bir epidemi kapımızda,  gelişmiş veya gelişmekte olan tüm ülkelerde 1995’te erişkinlerde obezite 200 milyonken ( + 18 milyon 5 yaş altı çocuk) , 2000 yılında 300 milyona ulaştı ve 115 milyon kişi obeziteye bağlı sağlık sorunlarıyla uğraşıyor.’’ (https://www.who.int/news-room/fact-sheets/detail/obesity-and-overweight ). Bu uyarı ile farkına varıldı ki 1990’dan 2022’ye obez kişi sayısı 2 kat arttı, adölesanda 4 kat arttı. Ülkemizde yapılan TURDEP (Türkiye Diyabet Epidemiyolojisi Araştırması) çalışmalarında 1997 yılında toplumun %42’si normal kiloda, %35’i kilolu ve %22’si ‘’obez’’ iken, 2000 yılında %26 normal, %37 kilolu ve %36 obez bulunmuş, 1997’de tip 2 diyabet sıklığı % 7.2’yken 2000 yılında ülkemizde tip 2 diyabet hastası oranı iki kata yaklaşarak %13.7’ye ulaşmıştır. Yani bugün yolda yürüyen 3 kişiden en az birisi obez, diğeri de fazla kilolu…

Ayrıca günümüzde sofra şekeri (yani glukoz+fruktozdan oluşan sakkaroz), işlenmiş gıdalarda yerini artık glukoz şurubuna bırakmış görünüyor. Glukoz şurubu, kristalleşmemesi, kıvamı, rengi, bağlayıcılığı, maliyeti gibi birçok nedenle kullanım avantajları sağlayarak üreticiler tarafınca tercih ediliyor. Ancak glukozun kana hızlı karışıyor olması ve yüksek miktarlarda tüketiliyor olması obezite, hiperglisemi, insülin direnci, reaktif hipoglisemi gibi birçok sağlık sorununa yol açmaktadır. Meyve şekeri olan frkutoz da obezite, ürik asidi yükseltmesi, damar sertliği ve hipertansiyonla ilişkisi nedenleriyle çok masum değil.

Son 20 yılda ortaya çıkan bir gerçek de karbonhidratların sadece besin olmadığı, şekerler beynimizde kokain-benzeri bağımlılık mekanizmalarını uyararak bizi ‘’mutlu’’ederek daha çok tatlı yememizi, bunu alışkanlığa dönüştürmemizi tetikliyorlar.

Şeker tüketirken en başta sağlığımızı düşünmek, ama bir yandan da ‘’şeker’’in çok da masum olmayan, kendi tadından oldukça uzak bir hikayesi olduğunu bilmek gerçekten önemli. Ülkemizdeki Türk Böbrek Vakfı tarafınca başlatılan ve tüm dünyaya kazandırılan 15-329 Eylül Dünya Şeker Tüketimine Dikkat Haftası bu konuda farkındalığın artırılması için anlamlı bir etkinliktir. Özellikle çocukların ve gençlerin şeker tüketimini azaltılması, şekerli ürünlerin reklamlarının uyarılar içermesi, okul katinlerinde çocuklara satılmaması, ailelerin çocukların ve kendilerinin beslenmesine, şekerli içeceklerin tüketilmesine dikkat etmesi, şekerin-tatlının çocuklarımız ve bizim hayatımızda ‘’ödül’’ olarak düşünülmemesi, şeker bağımlılığına dikkat edilmesi, obezite ve şeker hastalığının birçok başka sağlık sorununa da (damar sertliği, kalp krizi, böbrek yetmezliği, inme, kas ve eklem sorunları, karaciğer hastalıkları, göz problemleri, kanserler vb) yol açacağının okullarda ve gerek radyo-televizyonda, gerek sosyal medyada uzman kişilerce anlatılması ve toplumda bu konuda  bilinçlilik kazandırılması birçok sağlık sorununu önleyebilir. Sağlıkla kalın.

Bu gönderiyi paylaş