Beden Dismorfik Bozukluğu (BDB)
Beden dismorfik bozukluğu, temelde bir fiziksel kusuru olsun olmasın, veya hafif derecede bir fiziksel kusuru olduğu durumlarda, kişinin bu dış görünümü ile zihinsel olarak aşırı derecede uğraşması ve meşgul olması hali olarak tanımlanabilir (dismorfofobi).
Burada kişinin görünüşünün normal veya kabul edilebilir normal değerler arasında olmasına rağmen, kendini dikkat çekecek kadar çirkin ya da bedensel olarak kusurlu/çirkin ve/veya eksik hissetmesi şeklinde gelişen bir algılama bozukluğu söz konusudur. Aslında bu hastalık grubuna maruz olan kişilerin bir nevi obsesif (takıntı) duygularına sahip olduğundan da söz edilebilir.
Çalışmalarda hastalığın genel toplumda görülme sıklığı yüz kişide 2-3 kişi olarak kabul edilirken, genç erişkin ve/veya öğrencilerde görülme sıkılığı %12-13 değerlerine kadar yükselmektedir. Büyük utanma duyguları içinde olan bu hastaların, cesaretlenip duygularını doktorlarına açmaları oldukça zordur. Bu hastalar mevcut algıları nedeniyle aslında psikiyatri kliniklerinden önce plastik cerrahi, dermatoloji uzmanlarına, diş kliniklerine başvurmaktadırlar.
Rahatsızlığın kadınlarda görülme oranı biraz daha fazladır. Vakaların büyük bir kısmının bekar veya boşanmış olduğu epidemiyolojik olarak saptanmıştır. Yine işsiz kesimde, çalışan insanlardan daha yüksek oranda rastlanmaktadır.
Klinik Özellikler :
Belirtiler utanç duygusunun arkasına gizlenmiş olduklarından, danışanlar sorulmadıkça belirtileri veya sıkıntılarını açıklamaya çekinirler. Temel olarak hastalar, kendilerini çirkin kabul ederler veya vücutlarını şeklen bozuk veya itici olarak tanımlarlar. Kendileri tarafından algılanan kusurlar başkaları tarafından algılanmaz veya ancak dile getirildiğinde görülen ancak karşısındakini rahatsız etmeyecek basit kusurlardır. Söz konusu vücut bölgesi herhangi bir vücut alanı olabilir.
Hastanın sıkıntıları veya düşünceleri temelde obsessif (takıntılı) hastaların bulguları veya düşünceleri ile benzerlik gösterirler ve zorlayıcıdırlar. Bunlara sıklıkla kaygı bozukluğu da eklenmektedir. Hastalar yoğun bir şekilde vücutlarının beğenmedikleri kısımları ile uğraşırlar. Saat olarak ifade edilmesi gerekirse hastaların yaklaşık yarısında bu süre 3-6 saat arasında olabilmekte, ağır olgularda bu durum günde 8-10 saate çıkabilmektedir.
Tabii bu zihinsel uğraşılara kaygı bozuklukları, depresif düşünceler, utanma duyguları eşlik eder, hastalar buldukları kusurları kapatabilmek için yoğun bir uğraş sarf ederler. Takıntı hastalığından bir fark olarak hastaların bu kamuflaj çabaları sıkıntılarını kısmen de olsa ve geçici olarak azaltabilmektedir.
Bu hastalar devamlı beğenmedikleri vücut bölgelerini aynalarda veya özçekim teknikleriyle kontrol etmeye başka insanlarla karşılaştırmaya büyük bir eğilim içindedirler. Sık sık başkalarının fikrini alma ve kusurlarının nasıl göründüğünü sorgulama eğilimindedirler. Beğenmedikleri vücut bölümünü çok sık kontrol ederler, çok sık fikir değiştirirler ve bu nedenle kararsızca bir kıyafet, saç modeli, makyaj değiştirme eğilimi içindedirler. Diyet yapma, aşırı egzersiz, çok sık tartılma, cilt rengi ile oynama (solaryum, güneşlenme, lazer ve benzeri uygulamalar, kimyasal cilt soyma yöntemleri), cilt yolma gibi eylemlere çok sık rastlanır. Benzer şekilde, saç, kıl yolma, tırnak veya tırnak etlerini yeme, kusur örtücü kozmetik ve kıyafetlere aşırı para harcama yine rastlanan davranış bozuklukları arasında sayılabilir.
Bu yöntemlerin bazıları, kesici veya yakıcı madde ve aletlerin kullanılmasından dolayı kalıcı kusurlar oluşturabilecek kadar zararlı olabilmektedir.
Herşeyden önemlisi bu tür hastalar algılarına tümüyle inanırlar ve bu durum hastaların obsesyondan ayrılmasını sağlayan en temel özelliğidir. Belirgin bir iç görü yokluğundan hatta hastaların yarısından fazlasında sanrısal belirtilerden izler bulunabilir.
Hastalık okul öncesi çağından itibaren başlayabiliyor olsa da, ortalama başlangıç yaşı 15-17 olarak rastlanmaktadır. Erkan başlayan (16 yaş altı) olgularda hastaneye yatırılarak tedavi edilme gereksinimi hastalığın seyrinin ciddiyeti açısından daha sıktır. Hastalığın tedavi altında iyileşme oranı benzer duygu durum rahatsızlıkları ve kaygı bozukluklarına göre daha düşüktür.
Unutulmaması gereken en önemli konulardan birisi BDB tanısı konan hastalarda intihar düşüncelerinin ve denemelerinin çok sık ratlanan bir durum olmasıdır. Her 3-4 hastadan birinde intihar düşünceleri her 6-8 hastadan birinde bir veya birden fazla intihar denemesi söz konusudur.
Tanı
DSM 5 (APA2013) kriterlerine göre; hastalarda var olan hafif bir kusurun veya başkalarına görünür olmayan bir durumun, kişi tarafından ciddi bir kusur veya özür olduğu düşüncesiyle devamlı uğraşma hali mevcuttur. Kişi bu algısından dolayı yineleyici davranışlarda bulunma (aynaya bakma, çeki düzen verme, deri yolma, kamuflaj, güven arayışı) veya zihinsel eylemlerde (kendi özelliklerini başkalarıyla karşılaştırma gibi) bulunur. Ve bu durum toplumsal, işlevsel alanlarda ciddi bozulmalara neden olur, yaşam kalitesi ileri derecede bozulur. Bir diğer belirleyici karakter iç görünün iyi/kötü veya hiç olmaması halidir.
Obsesif hastalıklar, kaygı bozuklukları, duygu durum bozuklukları ve/veya madde bağımlılıkları BDB hastalığına eşlik edebilir.
Hastalığın görülmesinde genetik bir yatkınlık (özellikle birinci derece akrabalarda olması) izlenmektedir.
Tedavi
Psikoterapi yaklaşımı olarak bilişsel davranışçı terapi :
Bilişsel yeniden yapılandırmada hastaların görünüşleri ile ilgili inançların düzeltilmesine odaklanılır ve bunun devamında kompulsif eylemler ve kişinin güvenlik sağlayıcı davranışlarının azaltılması hedeflenir. Özellikle alıştırma tedavisi (exposure training) ve tepki kontrolü (response prevention) benimsenen yaklaşım şeklidir. Genelde haftalık görüşmeler ile (hastalığın durumuna göre başlangıçta bu haftada 2 görüşme olarak uygulanabilir) başlanır ve 12-18 seanslık bir tedavi süresi planlanır. Ancak tedavinin 24 haftaya ulaştığı olgular da az değildir.
İlaç tedavisi :
Birinci aşamada antidepresif (Serotonin geri alım inhibitörleri) denenmelidir. Fluoxetin ve Escitalopram yanı sıra Clomipramin ile başarı tedavi sonuçları alınsa da bazı olgularda atipik antipsikotik ilaçlar (aripiprazol, risperidon, ketiyapin, olanzapin, ziprasidon vb) ve bazı yoğun kaygı ve intihar riski olan hastalarda kaygı giderici ilaçlar (anksiyolitikler) kullanılabilimektedir.
Unutulmaması gereken durum ağır vakalarda ilaç tedavisi ve psikoterapinin beraber uygulanmasının, bu tedavi yöntemlerinin birisinin tek başına uygulanmasına göre çok daha üstün olduğu görüşünün tüm dünyada yaygın olmasıdır.